İstanbul Muhtarlar Federasyonu Başkan Aykurt Nuhoğlu’nu Ziyaret Ettiler.
"Onlar gittiler, onlar gittiği ölçüde de tenhalaştık, yoksullaştık"
Edebiyatçı, yazar, çevirmen, üniversite hocası… Onlarca kitap yazdı. Kafka, Brecht, Goethe gibi usta yazarları Türkçe’ye çevirdi. Yıllarca çeşitli üniversitelerde sanat, estetik ve kültür üzerine dersler verdi. Çok yönlü bir aydın olan Ahmet Cemal, bugünlerde, yıllardır yaşadığı Moda’sında kurduğu kendi adını taşıyan kültür atölyesinin yeni dönemini kurguluyor heyecanla. Biz de Ahmet Cemal’i Moda’daki evinde ziyaret ettik. Hem atölyeyi, hem edebiyatı, hem de içinde bulunduğumuz günleri konuştuk.
(Gökçe Uygun)
Efsane çevirinizle başlamak isterim röportajımıza. Hermann Broch’un "Vergilius’un Ölümü" kitabını (504 sayfa) 40 yılda çevirmişsiniz. Hatta bu çeviri ile 2014’te Avusturya Büyük Devlet Ödülü'ne layık görüldünüz. Nedir bu titizliğin altında yatan?
O zamanlar Avusturya Kültür Ateşeliği’nde çalışıyordum. Ateşe de, Avusturya Lisesi’ndeki Almanca öğretmenimdi. Onun kütüphanesine sürekli kitaplar gelirdi dışarıdan. Ben o zaman Broch’u bilmiyordum, halbuki büyük yazarmış. "Vergilius’un Ölümü" ilgimi çekti. Kendim için çevirmeye başladım. Hatta hiçbir yayınevi ile görüşmedim bile. O arada başka kitaplar girdi, derken süre uzadı. Kendi kendime, "Ancak bu çeviriyi tamamlarsam kendimi çevirmen sayacağım" dedim.
Çok detaylı bir çeviri yaptığınız için mi bu kadar uzun sürdü?
Biraz öyle. Bir de şu var; Broch, Almanca’da zor bir yazar. Sözlükler de pek işe yaramadı çeviri sürecinde, çünkü yeni sözcükler türetmiş bir yazar. Türkçe’ye de sözcük türetmek gerekiyordu, ki bu da zaman alan bir şey. Müthiş bir çalışmaydı benim için.
Kitaplığınızda tam 400 farklı sözlüğünüz varmış.
Sözlük merakım var. Buldukça alırım. Hayatımda futbol maçına gitmedim, ama futbol terimleri sözlüğüm bile var. (gülüyor)
Şu anki çeviri dünyasını nasıl görüyorsunuz peki?
Yayınevleri, yeterince nitelikli çevirmen bulamamaktan yakınıyorlar zaman zaman. Bence çeviri işi sadece dil bilmekle olmuyor. Şu günlerde benim gençliğime oranla yabancı dil bilen insan sayısı daha fazla. Dil biliyorlar, ama alt kültürü bilmiyorlar. Mesela "Vergilius’un Ölümü"nü çevirebilmek için, o yazarın içinden geldiği Orta Avrupa kültürünü, o felsefeyi çok iyi bilmek gerek. Edebiyat çevirmenliği alt kültür bilgisi istiyor ki bizde eksik olan da bu. Olay, başka dildeki kelimenin Türkçe karşılığını bulmak değil sadece.
Popüler edebiyat dergilerini beğeniyor musunuz?
Beğenip beğenmeme meselesi değil. Olmalılar. Dergiler meselesinde hep böyle düşünmüşümdür. Bu dergilere yönelen eleştirileri yersiz buluyorum. Keşke 100 tane olsa. Olsun ki elensin, anlaşılsın, tartışılsın.
12 Eylül darbesinden sonra Türkiye'de yayıncılık zora girmişti. Yazarlar ‘Yazko Kooperatifi’nde buluşmuştu ki siz de o yazarlardan biriydiniz. Şimdi de bir ‘darbe girişimi’ yaşadık. Sanat ve edebiyat bu ortamdan nasıl etkilenecek sizce?
1960’tan itibaren tüm darbeleri yaşadım. 12 Eylül’den bu yana olumsuz çok büyük değişimler oldu. Türkiye, bir din devletine doğru kaydı. Düşüncenin yerine inancı getirmek isteyen bir iktidar var başımızda. Bundan sonrasına dair bir öngörüde bulunmam gerekirse; bugünkü iktidar çok güçlenebilir, ki ne yazık ki yabana atılacak bir ihtimal değil. Son 1 yıldır hep söylediğim bir şey daha var; Türkiye’de iktidar değil muhalefet sorunu var. İktidarın ne olduğunu biliyoruz, kendilerini saklamıyorlar zaten. Ama muhalefet ne yazık ki çok yetersiz. "Biz elimizden geleni yapıyoruz, ama halk anlamıyor" diyorlar. Adam bir konuşmasıyla milyonları sokağa dökebiliyor. Demek ki o onlara ulaşmanın uygun dilini bulmuş, muhalefet de bulmalı. Bulamıyorsanız "Halk anlamıyor" demeyeceksiniz, sorunu kendinizde arayacaksınız.
Böyle bir ortamda edebiyatla uğraşmak… Kendinizi özgür hissediyor musunuz mesela?
Özgürlükten öte, çok sevmezsem yapmam herhalde. Tabii bizimkisi gibi ülkelerde kültür, sanat, edebiyat hem çok gerekli hem de yeterince etkili değil. Örneğin Türk tiyatrosu da yeterli ölçüde muhalif değil bence.
"Artık öldürülen hiçbir gencin arkasından yazmayacağım. Bundan böyle öldürülen gençler için bir şey yazmak istediğimde, yarıda kesilmiş hayatlara, bir Ali İsmail Korkmaz’ın, bir Berkin Elvan’ın, Gezi Direnişi’nde vurulan öteki gençlerin gözleriyle bakmaya çalışıp, masamın başına geçeceğim. İlk sözcüğü kâğıda dökmeden önce, ‘Ben neyi eksik yaptım ki bu gençlerin ölmelerini önleyemedim!’ sorusunun acısını iliklerime kadar duymadan kalemi elime almayacağım!" demişsiniz bir yazınızda... Bu noktada klasik bir soruya gidiyor aklım, aydının toplumsal sorumluluğu... Nedir bu konudaki görüşünüz? Mesela kimi yazar ve sanatçıların, iktidarın etkinliklerine katılmasını nasıl yorumluyorsunuz? Siz katılır mıydınız?
Hayır. Aydın kavramının içi boşaltıldı. Olması gereken aydın ile kendine aydın diyenler örtüşmüyor. Her işin bir iklimi vardır. Mozart’a 12 yaşında iken opera ısmarlandı. Mozart burada yaşasaydı Mozart olamayacaktı. Ama şöyle olabilirdi; Köy Enstitüleri devam ettirilseydi bugün farklı bir yerde olacaktık, bunları konuşmazdık bile. Bugün ülkede 200 civarı üniversite var, ama eğitim tarihimize bakınca 1953’ten bu yana bir gerilemenin tarihi maalesef.
"Günümüz Türk toplumu, sınırları içerisinde barındırdığı yaklaşık 200 üniversitesine rağmen eleştirelliğin en alt noktasındadır’’ diyorsunuz zaten. Türkiye düşünce ortamının temel sorunu ‘eleştirelliğin olmaması’ mı sizce?
İlkokuldan üniversite sonuna dek, ‘nasıl düşünmesi gerektiği’ değil, ‘neleri düşünmesi gerektiğini ezberletmek’ yöntemi uygulanıyor... 21'inci yüzyılda böyle bir şey olmaz!
Buradan hareketle Ahmet Cemal Kültür Atölyesi’ni (ACKA) konuşalım...
Daha önce Nazım Hikmet Akademisi’nde verdiğim derslerin sona erdirilmesi üzerine, öğrencilerimle 2014 Temmuz’unda ACKA’yı kurduk. ACKA, "her koşulda düşünmekte direnmek, eleştirel düşünceye aykırı ya da yabancı hiçbir unsura yer vermemek" amacıyla 2014 yazında kuruldu.
ACKA’da, tiyatro, edebiyat ve görsel kültür olmak üzere 3 başlıkta dersler var değil mi?
Evet. Antikçağdan günümüze eleştirel düşüncenin gelişmesi, modern çağın kültür tarihi, Büyük Fransız Devrimi’ne kadar Avrupa ve Fransız Edebiyatı, felsefe, Marksizm ve aydınlanma, sosyal antropoloji, trajik düşüncesin doğuşu ve Antik Yunan’dan günümüze tiyatro, psikanalitik edebiyat okumaları, yazı ve yorum, mitoloji, ideoloji ve edebiyat, naratoloji (anlatıbilim) ve bilim kültürü gibi dersler var. Eleştirel düşünce ve kültür tarihini ben, diğer dersleri çeşitli üniversitelerden hocalar veriyor. Bu dersler seçmeli değil, çünkü hepsi bir bütün ve eğitimimiz 3 yıl sürüyor.
Az önce eğitim sistemini eleştirdiniz. ACKA’nın eğitim sistemi neye dayalı?
Baştan sona tartışmaya dayalı... Öğrencilerin ilk etapta yadırgadıkları bir durum oluyor bu. Hocaların da dersleri büyük bir zevkle vermesi de bundan. Çünkü üniversitede böyle bir ortamda ders veremiyorlar pek. Bizde ezber yok. Öğrencilere de, "Burada kendimizi var ettiğiniz ölçüde var olacaksınız" diyorum. ACKA’da, ‘düşünme özürlü’ diye nitelendirilebilecek eğitim sistemine karşı çıkan, ona alternatif olabilecek bir eğitim sunuyoruz.
Atölyenizin ana başlığı, ‘kültür’... Kültür nedir sizce ve bu toprakların kültür iklimine dair neler söylersiniz?
Önce şunu düzelteyim. Bizde yanlış bir kullanım var. Övgü anlamında ‘kültürlü insan’ denir, tersi manada da ‘kültürsüz’. Oysa bu doğru değil. Kültür kavramının iki anlamı var. Geniş tanımıyla ‘insanoğlunun yapıp ettiği her şey’. Burada el emeğinde kafa üretimine dek her şeyden bahsediyoruz. Böyle bakınca cinayetin bile bir kültürü var yani! Dar ve olumlu anlamıyla da kültürü, ‘insanoğlunun yaratıcılığını elverişli kılan zemin’ olarak tanımlayabiliriz.
Siz Moda’lı oldunuz. Bu semte dair hisleriniz neler?
İzmir’de doğup, 1 buçuk yaşında Moda’ya gelmişim. O zamandan beri hep burada yaşadım. İstanbul’da başka bir yerde yaşamayı düşünmedim pek. Moda’yı çok severdim, hala da seviyorum. Ama eskisi kadar çıkmıyorum. Benim sevdiğim Moda muhteşemdi, kozmopolit bir yerdi. Çocukluk ve gençlik yıllarımda bir mahalle grubumuz vardı; Avusturyalı, Türk, Kürt, Yugoslav, Musevi, Ermeni, Rum… Hepimizin ismi farklı idi ve bunu hiç yadırgamazdık. Sonra yıllar içinde, bilinen nedenlerle, onlar gittiler. Onlar gittiği ölçüde de tenhalaştık, yoksullaştık... Burası aydını çok bir semttir aynı zamanda. Evet öyle. Sizinle bir anımı paylaşmak isterim. Haldun Taner, Modalı idi. Bir gün karşılaştık vapurda. Ben, Beyoğlu’ndaki ünlü Markiz Pastanesi’nin yıkılacağını, üzüldüğümü söyleyince o, "Üzülme, artık oraya gidenler de kalmadı ki" demişti...
Ahmet Cemal:
1942’de tarihinde İzmir'de doğdu. Moda İlkokulu, Sankt Georg Avusturya Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Aynı fakültede bir süre asistanlık yaptı. Çeşitli dergilerde yazdı. "Yazko" çeviri dergisini kurdu ve yönetti. Anadolu Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi ve Mimar Sinan Üniversitesi’nde pek çok ders verdi. Walter Benjamin, Bertolt Brecht, Paul Celan, Goethe, Franz Kafka, Nietzsche, Novalis, Rainer Maria Rilke, Stefan Zweig gibi ünlü isimlerin eserlerini Türkçe’ye çevirdi. Deneme ve makalelerini çeşitli kitaplarda yayınladı. Roman, şiir, öykü dallarında eserler üretti. Eserleriyle çok sayıda ödüle layık görüldü.
ACKA’nın yeni dönemine kayıtlar sürüyor. www.ahmetcemalkulturatolyesi.com