KÜLTÜR SANAT PORTALI

KÜLTÜR SANAT PORTALI

ARA

HABERLER

Yazdır -A +A Sayfayı Paylaş

HABERLER

İstanbul Muhtarlar Federasyonu Başkan Aykurt Nuhoğlu’nu Ziyaret Ettiler.

"Toz Bezi" ile silkelenen hayatlar...

Kiminin “temizlikçi”, kiminin “gündelikçi” dediği, bazılarının “Bugün eve kadın aldım” diyerek tanımladığı bir yaşamın öznesi onlar. En doğru tanımla “ev işçileri”… İki ev işçisi kadının, Nesrin ile Hatun’un öyküsünü anlatıyor bol ödüllü film “Toz Bezi”. Maltepe’nin hala mahalle kültürünü kaybetmemiş yerlerinden Gülsuyu’nda yaşamlarını sürüp, Kadıköy’ün en gözde semtlerinden Moda’daki evlerde temizlik işine gelen bu iki kadının öyküsünü, film ekibinden dinledik. Filmin yönetmeni Ahu Öztürk, ödüllü başrol oyuncuları Nazan Kesal ve Asiye Dinçsoy ile ev işçiliğinden oyunculuğa kadar kadın olma hallerini konuştuk.

(Semra Çelebi)

 

Öncelikle Kadıköy’deki ekipli söyleşiden başlayalım. “Toz Bezi mahallesine geliyor” diye duyurdunuz ve gerçekten “mahalleli” de buna tepkisiz kalmadı, Rex Sineması'nın büyük salonu doldu taştı, hatta bilet bulamayıp dönenler oldu. Bekliyor muydunuz bu ilgiyi?

Ahu Öztürk: Aslında bekliyorduk, çünkü daha önceki ekipli söyleşili gösterimimizde de böyle bir şey oldu. Beyoğlu’ndaki ekipli gösterimde de içerdeki kadar dışarıda bir seyirci kitlesi vardı. Dolayısıyla bir gece daha ekipli söyleşi koymaya karar verdik. Bir de, Kadıköy her zaman bilinçlidir, duyarlıdır, sanatla daha fazla mesaisi vardır. O yüzden ben bekliyordum, hiç şaşırmadım.

Peki, söyleşi nasıl geçti?

Ahu Öztürk: Çok güzel geçti, seyirci çok duyarlıydı. Çok incelikli yerlerden yakalamışlar, benim düşünmediğim söylemediğim şeyleri söylemiş oldular. Her insanda başka bir damara giden bir hikâyenin olduğunu bilmek bana onur verdi.

Toz Bezi, iki ev işçisi, “gündelikçi” kadının dostluklarını ve hayata tutunma çabalarını anlatıyor. Filmin başında “teyzeme” ifadesi var, nedir teyzenizin hikâyesi?

Ahu Öztürk: Benim teyzem, ev işçisiydi. Ama işçi olduğunu bilmiyordu. Dolayısıyla orada bir yaram var. Ev işi biliyorsunuz görünmez bir emek, iş olarak sayılmıyor. “Ev kadını”  olarak geçer o halkada ancak orada inanılmaz bir emek vardır. 7/24 sürer, işin içine annelik eklenince daha da katmerlenir. Bir emek vardır, o görünmezdir. Başka evlere temizliğe gidildiğinde de aynı görünmezlik sürer. O bir iş gibi algılanmaz, evin uzantısı gibidir. Evde yaptığı o sıradan gündelik iş, aynı çocuk doğurmak gibi sadece kadına yapışık, kadına içkin bir şeymiş gibi algılanır. Yani ne evdeki ne de başka evlerdeki, temizlik işçiliğe sayılmıyor. Teyzemin durumu da böyleydi. Beni hep acıtan bir şeydir bu. O yüzden iki kadını ev işçisi yaptığımda, teyzem gibi ev işçisi kadınları bir parça da olsa görünür kılmak, mesai olarak algılanmasını sağlamak istedim. Aynı zamanda orta sınıf kadınının kendi ev işçisiyle kurduğu ilişkisine biraz olsun bakmasını, ben bu kadının sigortasını yaptım mı yapmadım mı diye düşünmesini istedim. Teyzem o anlamda çok değerlidir ve bu filmde benim için çıkış noktasıdır.

Teyzenizle vakit geçirmiş miydiniz böyle evlerde?

Ahu Öztürk: Bir kez çocukken gitmiştim. O zaman gördüm ne olduğunu, çok tuhaf bir şeydi. Temizlik yapıyor, ama burası onun evi değil… Yabancılaşma gibi…

Peki, bu senaryoyu yazmaya ne zaman başladınız?

Ahu Öztürk: Beş sene önce, yani 2010’da başladım. Niye bu kadar uzun sürdü filmi çekmek, çünkü hikaye çok zor bir hikayeydi. Farklı katmanları var. Kürtlük meselesi, ev işleri, kadınlık, iki kadın arasındaki ilişki, sınıflar arasındaki kadınların karşılaşma meseleleri… Bütün bunların iki mağdur öznesi olmasına rağmen klişeye düşmemek, bunu bir ajitasyona dönüştürmemek, seyircide bunu sömürü nesnesi haline getirmemek için çok ince çalışmak zorunda kaldım. O yüzden çok uzun sürdü. İlk versiyonlarıyla da film çekilebilirdi, ama  istediğim şey olmazdı. Onun da kaba hattı vesairesi vardı, bir hikayesi, kırılma noktası filan. Ama bu kadar benim içime sinen bir şey olmazdı.

Filmin senaryosu, hikâyesi çok iyi zaten. Ama bu filmin bu kadar başarılı olmasında, oyuncuların payı da büyük bence. Senaryoyu yazarken Nazan Kesal ve Asiye Dinçsoy aklınızda mıydı?

Ahu Öztürk: Asiye’yi yazarken düşünüyordum, ama Nazan’ı yazarken düşünmemiştim. Hatta, acaba kim oynayacak diye arayıştaydım. Çünkü Hatun’u biri iyi oynamazsa, o filmin kesinlikle çökeceğine emindim. Umutsuzlukla acaba bulabilir miyim diye düşünürken, bir gün aklımıza "Nazan Kesal oynar mı acaba" geldi. En son "Saç" filminde izlemiştim. Orada bir oturuşu, bozdolabına yürüyüşü vardır… "İklimler" filmindeki karakterden çok farklıdır. Demek ki yelpazesi çok geniş, cebi çok yüklü diye düşündüm. İyi ki de Nazan olmuş. Monitörde izlerken ekipçe bizi kahkaha krizine soktuğu oluyordu, bazen de hayranlıkla izliyorduk.

Evet, aslında hiç gülünmeyecek bir film gibi duruyor ama Hatun karakteri oldukça esprili. Bir tarafta Nesrin’in ağırlığı var, ama bir taraftan da “hayat işte ya” dedirten bir Hatun karakteri var. Hayatın ağırlığıyla, küfürleriyle, esprileriyle başa çıkıyor gibi…

Nazan Kesal: Çok doğru bir tespit yaptınız. Filmin dengesi çok güzel, sizin de tarif ettiğiniz gibi. İki kadının üzerinden akan bir hikâye... Nesrin, hayatın daha çok insanı acıtan tarafını bize yansıtıyor. Hatun ise, “Ya bir dakika, hayat acı, dramlar da var evet, ama biz ne için varız? Biz bunlarla mücadele etmek için varız”ı da alttan altta söyleyen bir karakter. Ben de oynarken çok zevk aldım gerçekten. Şimdiye dek birbirinden farklı rollerde oynadım, ama ilk defa bu kadar kışkırtıcı bir rolde oynadım. Bol katmanlı, alt okumaları çok fazla ve asla cebindekilerle oynayamayan bir kompozisyon çıkmıştı benim karşıma. Dolayısıyla hem senaryoya, hem Ahu’ya, hem kendime haksızlık etmemem gerekiyordu. En başta da Hatun’a haksızlık etmemem gerekiyordu. Çünkü onun da o esprilerle, o küfürlerle bu hayata söyleyeceği çok önemli cümleleri vardı... Hatun’un kişiliği, varlığı, finalde de zaten oraya doğru taşınıyor. Yaşam zor, hepimiz için zor. Ama Hatun’u da örnek almadan edemiyorum, ben de destek oluyorum.

Sizin böyle izlediğiniz, gözlemlediğiniz, örnek aldığınız bir ev işçisi kadını oldu mu?

Nazan Kesal: Böyle bir tane rol modelim yok açıkçası. Çünkü o dünyayı gerçekten iyi tanıdığımı düşünüyorum. Ev işçilerine dair söyleyecek çok cümlem varmış, ki bu Hatun karakteriyle ortaya çıktı. Evde yardıma aldığım insanlar bunlar, oğlumdan dolayı 10 yıldır beraber yaşıyoruz. Ama tabii burada spesifik olan tamamen Ahu’nun Hatun’u o. Benim evimdeki, sizin evinizdeki ya da başka evdeki kadın değil. O direk Ahu’nun kendisini acıtan taraflarla ortaya çıkardığı senaryonun Hatun’u. Dolayısıyla da onu daha özel çalışmam gerekiyordu, aksanıyla, bedeniyle… Aksanı Ahu’nun annesiyle çözdük. Sağolsun anne, çok uzun süreler yardım etti. Annesinin ruhu kaçtı içime. (gülüyor)

Teyzeyle tanıştınız mı?

Nazan Kesal: Tanıştım tabii ki. Teyze apayrı bir kişilik. Teyzeyle anneyi yan yana getirdiğiniz zaman, birinin Nesrin diğerinin Hatun olduğunu görüyorsunuz. Bıçak gibi kesilmiş, ki iki kardeş olmasına rağmen iki farklı karakter. Çok duygusal, içedönük, kırılgan, su damlası gibi bir karakter aslında teyze. O kırılganlıkla nasıl yıllarca ev işçiliği yapmış bilmiyorum.

Biraz Asiye Dinçsoy’un canlandırdığı "Nesrin" karakteri o zaman teyze?

Asiye Dinçsoy: Evet, biraz öyle. Ama ben teyzeyle tanışsam da uzun süre vakit geçirmedim. Çekimlere başlamadan bir buçuk yıl önce buluştuk Ahu’yla. Nesrin duygusu çok ağır bir karakter. Ahu çok iyi tanıyordu karakterleri. Çok net ve açık bir karakter yazmıştı. Öyle bir karakterle karşılaşmak büyük şans aslında. Provalar esnasında Hatun ve Nesrin arasındaki ilişki çok önemliydi. Nazan Kesal ve Asiye Dinçsoy olarak o enerjiyi yakalayamasaydık çok zor olurdu. "Saç" filminde birlikte oynamıştık. O zamandan bir tanışıklığımız vardı, ama karşılıklı oynamamıştık. İki karakter arasındaki ilişki çok önemliydi. Hatun Hatunluğunu Nesrin Nesrinliğini Asiye ile Nazan arasındaki enerjiden alıyor bence.

Film tam bir kadın filmi. Sette de hep kadınlar çalıştı değil mi?

Asiye Dinçsoy: Evet öyle. Çok keyifliydi. Set ortamında kadın kadına bir şey yapmak, bu film kötü olmamalı duygusunu çok destekleyen bir durumdu. Gülsuyu, kadınların yoğun olarak sokaklarda olduğu bir mahalle. Bu da bizi çok destekleyen bir durumdu. Nazan abla, dizi setinden gelirdi yorgun argın, komşuya kahve içmeye giderdik mesela. Özlüyorum set dönemini. (gülüyor)

Peki, Moda’yı neden seçtiniz?

Ahu Öztürk: Moda’nın çok özel bir orta sınıf kalesi olduğunu düşünüyorum. Kalifiye orta sınıf... Bir de ben Kadıköylüyüm. O dönem küçük oğlumu emziriyordum ve yakınlarda çekim yapmayı istedim. (kahkahalar)

İstanbul Film Festivali’nde “En İyi Film” ödülünü aldınız. Bekliyor muydunuz?

Ahu Öztürk: Hiç tahmin etmiyordum. Hatta, “Şu kadın filmleri ödülünü alsak ne güzel olur” diyordum. Dört ödül aldık, en iyi senaryo, en iyi film, en iyi kadın ve bir de özel ödül aldık. Sürpriz oldu.

Nazan Kesal: Ben bekliyordum. Çünkü bu film bence “iyi film” sınırları içerisinde. O yüzden bu filmin İstanbul’da görülmesi çok önemli. Çünkü kendi memleketimizde insanların daha kolay duyması için bir araç oldu. Hepimizi onure etti. Seyirciyle buluşmanın önünü açıyor. Kadıköy’deki gösterim de muazzamdı.


Fotoğraf Galerisi